Tarım Bakanlığı yetkilileri! Böyle aşı
reaksiyonu oluşmaz. Bunlar bir şeyin üzerini örtme çabaları. Bir aşıda üretim
sorunu varsa, zaten o 15 hayvanı değil, çok daha fazlasını etkiler. Bu aşıyla
ilgili olan bir durum değil. O çevrede muhtemelen hayvanlar su içerken ya da
otlanırken çevreden aldıkları toksinle kaybedildiler. Bir arkadaşımız gitti
bölgeye, “Kimse konuşmak istemiyor, korkuyor” diyor. Trakya Üniversitesi’nden
öğretim üyesi bir başka arkadaşımız bölgedeki kanserli insanların dokularında
ağır metal analizine bakmış, çok yüksek bulmuş... CNN Türk’te yayınlanmış bir
canlı yayının bandını izledim. Devletin söylediği şey, “Çok sigara içiyorlar,
çok alkol tüketiyorlar, bu kanserler o yüzden.” Halbuki adam anlatıyor, kızı
dereye düşmüş, boğulmuş, peşinden gitmiş, girdiği yere kadar bacakları cılk
yara. Bu düzeyde bir kirlilik var Ergene’de. Baktığınızda temiz görünüyor ama
adamın girdiği yere kadar bacakları ülsere olmuş. Sonuç? Adamın o yaraları
iyileşmiyor. Adam yaşıyorsa da şansa yaşıyor. Bu, o bölgede yaşayan diğer
insanlar için de geçerli. Bunun öyle sigarayla, alkolle falan kapatılacak bir
yanı yok. Bir de oradan ürün geliyor, o ürünün nereye gittiği belli değil.
"PİRİNÇ, AYÇEKİRDEĞİ VE BUĞDAY'DA 2 İLA 8
KAR YÜKSEK KURŞUN ÇIKTI"
- Gelen ürün ne?
Üç ürün geliyor.
Pirinç, ayçekirdeği, buğday... Kadmiyum ve kurşun analizlerini yaptırdık. İzin
verilenden 2 ila 8 kat yüksek çıktı! Şimdi bu ürün nereye gitti, kim yedi?
Bunların hiçbirini bilmiyoruz. Bakanlık her ürünü birebir denetleyemez, orada
hakkını verelim. Ama şu önemli; ürüne püskürtülerek kullanılan tarım ilaçları
herhalükârda çok kullanılmadıkları zaman kabuğun soyulması, hatta meyvenin
sebzenin iyi yıkanılmasıyla uzaklaştırılıyor. Sorun ot ilacında. Çünkü ot
ilacından meyve ağacı etkilenmiyor ama onu bünyesine alıyor. Biyolojik sistem
bunu içinde biriktiriyor. Bu insanda bir tümör oluşumuna da neden olabilir,
hayvanların kaybedilmesine de... Bu ot ilacını, glifosatı pek çok ülke vahşi
doğaya da atıyor. Ot kontrolü diye. Nedeni bilmiyorum.
"BÜYÜK HASTANEKER AÇARAK KANSERİ
ÖNLEYEMEZSİNİZ"
- Vahşi doğadan ne istiyorlar?
Hiçbir şekilde anlaşılabilmiş değil. Ormanları
ilaçlıyorlar. Niye??Belli değil.
- Herhalde bu zirai ilacı üreten firmalar para
kazansınlar diye... Başka bir sebep geliyor mu hocam aklınıza?
Büyük olasılıkla öyle. Doğa bu, sen doğaya
müdahale edemezsin. İstersen tarlana müdahale et, ama iş ormana geldiği zaman,
“Ben buradan yabani otları temizleyeceğim” diyemezsin. Orası yaban. O şekilde
kalmak zorunda. Sen ona müdahale edersen olay çığrından çıkar.
"TARIM İLACINI KONTROL EDEN ZİRAAT
MÜHENDİSLERİ TARIM İLACI SATIYOR"
- Biz ne korkunç insanlar olduk böyle?
Maalesef biz korkunç bir ırkız. Bakın, tarım
ilacını sonuçta kim tavsiye ediyor? Ziraat mühendisi... Bakıyorsunuz ziraat
mühendislerinin büyük kısmı, aynı zamanda tarım ilacı bayiliği yapıyor. Duydum
ve inanamadım, tarım ilacı satarken çiftçiye, “Kendin için mi kullanacaksın,
yoksa satacağın ürün için mi?” diye soruyorlarmış. Böyle insafsızca bir durum
var. Aynı anda bayii olan birisi tarım ilacı satışını kontrol edebiliyorsa
eğer, tüketimini nasıl denetler? Adam kendi satışını mı baltalayacak? Oradan
bir sıkıntı çıkıyor. İkincisi, tarım ilaçlarının amaç dışı kullanımı var. Bu
tavuklarda büyütme amaçlı kullanılan antibiyotik gibi bir durum. Böyle bir şeyi
bin yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Yumurtadan çıkar çıkmaz civcive antibiyotik
vermeye başlıyorlar. Bizim üreticimiz inşallah bu konuda bir düzenleme yapacak,
umutluyum. BESD-BİR, “Elimizden geleni yapacağız” dedi. Fakat antibiyotiğin bu
şekilde kullanımı kim tarafından akıl edildiyse, bunu Amerikan Akademileri bile
anlamış değil...?Siz civcive antibiyotiği verirseniz, civcivin bağırsak
sisteminin gelişmesini önlüyorsunuz. Normalde yediğimiz besinlerin önemli bir
bölümü bağırsak metabolizmasında kullanılıyor çünkü. Dolayısıyla enerji
tüketimi azalıyor. Siz bu civcivi güneşe de çıkartmazsanız, kemikleri de sağlıksız
gelişeceği için sadece et yapıyor...
"TAVUKLAR O KADAR ETLİ Kİ KEMİKLERİ
KIRILIYOR"
- Hiç anlayamadım hocam...
Aksi takdirde güneşe çıkartırsanız civciv
sağlıklı gelişeceği için kemik de yapıyor. Ama kemik yapsın istenmiyor, sadece
et yapsın isteniyor. O zaman oradan da tasarrufa gidiyorsunuz, hayvan sonunda
patates tarlasında yatan patates gibi hiçbir şekilde kaçamayan, olduğu yerde
büyüyen bir hayvan oluyor. Bunu kesimde çalışan bir arkadaşımız anlattı,
“Zavallı hayvancağızı yerden alırken kemiklerinin elinizin altında kırıldığını
hissediyorsunuz. Kaçamıyor zaten. Bıraksanız da hareket edemiyor” diyor. Çünkü
hiçbir şekilde enerji harcamayacak ve et yapacak şekilde yetiştiriliyorlar.
Düşünebiliyor musunuz 1.7 kilo yemle 1 kilo tavuk elde ediyorlar. Böyle bir
dönüşüm var mı dünyada?
- Tavukların nasıl bir
eziyetle yetiştirildiğini biliyordum, bu yüzden de asla yemem, ama bu kadarını
bilmiyordum. Para kazanacağız diye nasıl bu kadar vicdansız olabiliyoruz?
Haklısınız, son derece vicdansızlık bu. Bir
yandan da baktığımızda bunu yapanlar inançlı insanlar...
"HAYVANLAR DEMİR EKSİKLİĞİ YÜZÜNDEN
AHIRIN PASLANMIŞ METAL AKSAMLARINI YALIYOR"
- Prof. Kenan Demirkol yaptığımız bir
söyleşide, “Normalde inek ne zaman süt verir? Yavruladığı zaman değil mi? Ama
üretici için süt o kadar değerli ki, yavru 10 gün sonra annesinden ayrılıyor ve
soya sütüyle besleniyor. Ve günlerce anne ve yavru ayrılık nedeniyle ağlıyor”
diye anlatmıştı. Biz ne yapıyoruz böyle? Besleneceğiz diye bu kadar acımasız
olmamız gerekiyor mu? Burada çok da büyük bir günah var aslında... Bir din
adamının çıkıp bence, “Yapmayın, günahtır” demesi lazım. Belki o zaman insanlar
düşünmeye başlar...
Diyanet de maalesef
ortadan yanıtlar veriyor. Net bir şey söylemiyor. Biliyor musunuz, buzağılara
etleri pembe olsun diye demir verilmiyor. Kırmızı et diye yediğin hayvanın eti
niye pembe olsun ki? Efendim böylesinin Avrupa’da 100 Euro’ya kadar ederi
varmış. Hayvanlar demir eksikliğinden ahırın paslanmış metal aksamlarını
yalıyormuş. Böyle bir zihniyet, böyle bir hayvan yetiştirme olabilir mi? Benzer
şey, hormon kullanımında var. Buzağılarda hormon kullanıyorlar. 8 aylık dana
küçücük olmalı, koskocaman inek kadar oluyor. Gören korkuyor. Ne veriyorlarsa
hayvanlara bu hale getiriyorlar. Şimdi bakanlık çıkıp da, “Biz denetliyoruz,
şahane üretim yapıyoruz, bol verim alıyoruz” demesin. Hayır, bol verim önemli
değil. Sağlıklı verim alabilmeniz önemli.
- Hep rakamlara bakıyoruz değil mi?
Bu Amerika’nın standart hatasıdır. Bizde de
öyle olmaya başladı. Üretim artıyor deniyor. Peki karşılığında ne kadar ilaç
parası ödüyorsunuz? Bu yüzden en çok kanser vakası Amerika’da görülüyor.
- Bizde de gün geçmiyor ki gencecik bir
sanatçı meme kanserine yakalanmasın. Arkadaşlarımın çoğu meme kanseri.
Özellikle meme kanserindeki artışın nedeni ne?
Bilinmiyor. Ama çok
büyük olasılıkla bu insanlar sağlıklı besleneceğiz diye tavuk yiyorlardır,
tavuktan aldıkları birtakım hormonlar var. Biz bu işin hormon kısmını
bilmiyoruz. Ama 8 ayda bu kadar büyütebiliyorsa danayı, mutlaka birtakım
hormonal manipülasyonlar yapmak zorunda. Ya androjenle yapıyorlar bunu ya başka
bir büyüme hormonuyla... Nitekim bir arkadaşımız 25 sene Hollanda’da tarım
bakanlığında çalıştı, “Hocam, özellikle Kurban Bayramlarında hormonsuz hayvan
yok. Hepsine büyüme hormonu veriyorlar. Hayvanlar şişiyor, pazara gönderiliyor”
diyor.
"ARKADAŞIM
KIZINA YUMURTA YEDİRMEYİ KESTİ, ÇOCUK SAĞLIĞINA KAVUŞTU"
- Vallahi yüreğim daha fazla kaldırmayacak. Yazmak da lazım ama...
İnsanların canlarının sıkılması gerekiyor, yürekleri kabaracaksa kabaracak
biraz, ama gerçekleri öğrenmeleri lazım. Geçen haftalarda bir arkadaşım
anlattı. Çok hazin bir örnek. 10
yaşındaki kızının bacaklarında tüylenme sorunu başlamış. Doktor doktor
dolaştırıp bir sonuç alamayınca, “Ya biz bu çocuğa ne yediriyoruz ki böyle
oluyor” demişler. Ve geldikleri nokta yumurta olmuş. “Her gün bir yumurta
veriyorduk, kestik ve tüylenme geçti. Ondan sonra organik yumurtaya döndük, bir
sorun kalmadı” diyor.
- Yumurtada ne var ki?
Günde iki-üç defa yumurtlatabilmek için tavuğa
mutlaka bir şey yapmak zorundasınız. Çünkü bu kadar yumurtlama hayvanın
doğasının dışında bir şey.
- O yüzden kız çocukları erken adet görmeye
başladı, erkek çocukların göğüsleri büyüyor...
Evet. Korkunç bir gidiş var. Bu memleketin
beslenmesinin düzelmesi gerekiyor. Büyük hastaneler açarak kanser vakalarını
önleyemeyiz. Erken tanı yöntemlerini geliştirerek önlenebilecek bir şey değil
kanser. Beslenmemizin düzelmesi gerekiyor. Yediğimiz yumurtadan hormon
alıyoruz, süt zaten süt değil, yoğurt desen öyle... Bir yandan tarım ilacını
bol miktarda alıyoruz. Bu şekilde beslenen vücut bir kere böyle beslense bunu
karşılar, iki kere beslense yine karşılar, ama tek seçenek bu olduğu zaman
hastalık kaçınılmazdır. Kanserler patladı. Batman’dan çiftçi telefon ediyor, altıncı
düşüğü yapmış eşi... Kars’tan genç bir köylü telefon ediyor, kanser...
Marketten alıyormuş tavuğu, çünkü Kars’ta kuş gribi hikâyesinden sonra 2.5
milyon köy tavuğu yakılınca ellerinde tavuk kalmadı...
"GİDİŞ İYİ DEĞİL"
- Nasıl öyle bir şey yapabildik? Tavukları
canlı canlı toprağa gömdük, yaktık. Bunun günahı bile bize yeter?
İnanılmaz bir hezeyandı o... Bütün tavukları
yaktık. Birkaç yıl sonra aynı hezeyan bu kez domuz gribi olarak geri geldi. Ne
zaman bu hezeyan bitti? Başbakanımız, “Ben domuz gribi aşısı olmuyorum!” dediği
zaman. Sağlık Bakanı’nı kandırıyorlar. Ne oluyormuş? Aşıda Avrupa’ya örnek
oluyormuşuz! Hadi canım! Şu anda millette çok ciddi böbrek hasarı var. Çünkü
diyaliz merkezlerinin artmasından bunu görebiliyoruz. Bunun en önemli nedeni;
doğru beslenmiyor oluşumuz. Yok işte, çok sigara içti de, ortam kötü de...
Bunlarla açıklayamazsınız. Çünkü bu tarım ilaçlarının böbrek toksisitesi
yaptığı biliniyor. Kesinlikle Başbakan’ın bizzat tarım ve gıda işine de el
atması lazım! Yoksa bu gidiş hiç iyi bir gidiş değil!
Etkili sonuç veren epilasyon
günleri için tıklayın.
.
.
.
.
.